Travma ve TSSB Tepkileri

Gelişen Dünya şartları ile birlikte travma kelimesini sık sık duyar olduk. Üstelik artık sadece doğa olayları ile anmaktan vazgeçip kelimenin tam manası ile psikolojik tavma üzerine yoğunlaşarak tedavisi üzerine uzun uzun araştırmalar yapmaya başladık. Uzun süredir üzerine çalışılan bu kavram hayatımızın tam ortasında olmaya başladı.

TRAVMA

Fiziksel ve psikolojik yaşamımızı ve bütünlüğümüzü tehdit eden tüm olgular tavmadır. Ancak her yaşanılan olay travma olarak adlandırılmaz. Deprem, sel gibi doğal afetler, savaş, cinsel taciz, fiziksel bütünlüğü zedeleyecek şekilde ki yaralanmalar gibi baş etme becerilerimizi aşacak veya zorlayacak olgularla karşılaşmak ve ya tanıklık etmek travma olarak adlandırılabilir fakat şunu da bilmek gerekir ki her karşılaştığımız durum veya olaylar travma değildir.
Yaşanılan bir olayın ”ruhsal travma” olarak adlandırılabilmesi için;

  • Kişinin gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma, kendisinin ya da başkasının fizik bütünlüğüne karşı bir tehdit olayını yaşamış,böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiş olması,
  • Bu olay karşısında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme tepkileri vermiş olması gerekir.Amerikan Psikiyatri Birliği, Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El kitabı Dördüncü baskı(1994)-DSMIV da şöyle travma hakkında şunlardan bahseder; Her travmatik olay tüm bireylerde aynı etki ve sonuca neden olmaz. Travmanın şiddetiyle birlikte kişinin genetik yatkınlığı ve aile öyküsü, ruhsal olgunluğu ve stresle başa çıkma kapasitesi,sosyal destekleri,toplumun travma ve sonrası olaylara karşı bakış açısı ve beklentileri,travmanın genel anlamının yanında kişi için ifade ettiği anlam ve daha önce yaşanan benzer ya da olmayan travmatik yaşamlar gibi faktörler travmayla karşılaşan bir kişide ileride psikiyatrik belirti ve hastalık gelişip gelişmeyeceğini belirler.

Yaşanan olay her bireyde aynı tepkilere neden olmadığı gibi aynı olay bireylerde farklı duygularda yaratabilir.

TRAVMA SONRASI GÖRÜLEN TEPKİLER

DUYGUSAL TEPKİLER: Şok, üzüntü, kızgınlık, öfke, endişe, kaygı ,umutsuzluk, korku, sinirlilik duygusal tepkiler arasında sayılabilir.

FİZİKSEL TEPKİLER: Baş ağrısı, mide ağrısı, nefes alamama, titreme, mide bulanması, göğüs sıkışması, iştah artması veya azalması gibi tepkiler görülebilir.

DAVRANIŞSAL TEPKİLER: Sosyal çevreden uzaklaşma, içe kapanma, iletişim becerilerinde gerileme, dikkat dağınıklığı veya konsantrasyon eksikliği, dağınıklık, öz bakım becerilerini yerine getirememe, uyku ve yeme bozuklukları, alkol ve madde kullanımı gibi belirtiler gözlemlenebilir.

Daha önce de belirtildiği gibi her durumun travma olarak adlandırılamayacağı gibi bireylerin verdiği her tepki de yukarıda belirtildiği gibi olmayabilir. Travmanın şiddetini etkileyen etmenler arasında olan bireysel farklılıklar travma sonrası görülen tepkilerde de  önemli derecede varlığını hissettirmektedir.

TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU NEDİR?

TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU DSM-IV TANI KRİTERLERİ

  1. Kişi, aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu travmatik bir olay yaşamıştır:
    1. Gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma, kendisinin ya da başkalarının fiziki bütünlüğüne karşı bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir.
  2. Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır (Çocuklar bunların yerine dezorganize ya da ajite davranışla tepkilerini dışa vurabilirler).
  3. Travmatik olay aşağıdakilerden biri (ya da daha fazlası) yoluyla sürekli olarak yeniden yaşanır:

1.Olayın, elde olmadan tekrar tekrar anımsanan sıkıntı veren anıları; bunların arasında düşlemler, düşünceler yada algılar vardır. Not:Küçük çocuklar travmanın kendisini yada değişik yönlerini konu alan oyunları tekrar tekrar oynayabilirler.

  1. Olayı, sık sık, sıkıntı veren bir biçimde rüyada görme (Çocuklar içeriğini tam anlamaksızın korkunç rüyalar görebilirler).
  2. Travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi davranma ya da hissetme (uyanmak üzereyken ya da sarhoşken ortaya çıkıyor olsa bile, o yaşantıyı yeniden yaşıyor gibi olma duygusunu, illizyonları, hallüsinasyonları ve dissosiatif “flashback” epizodlarını kapsar).
  3. Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine yoğun bir psikolojik sıkıntı duyma
  4. Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine fizyolojik tepki gösterme
  5. Aşağıdakilerden üçünün (yada daha fazlasının) bulunması ile belirli, travmaya eşlik etmiş olan uyaranlardan sürekli kaçınma ve genel tepki gösterme düzeyinde azalma (travmadan önce olmayan)
  6. Travmaya eşlik etmiş olan düşünce, duygu ya da konuşmalardan kaçınma çabaları
  7. Travma ile ilgili anıları uyandıran etkinlikler, yerler ya da kişilerden uzak durma çabaları
  8. Travmanın önemli bir yönünü anımsayamama
  9. Önemli etkinliklere karşı ilginin yada bunlara katılımın belirgin olarak azalması
  10. İnsanlardan uzaklaşma yada insanlara yabancılaştığı duyguları
  11. Duygulanımda kısıtlılık (örneğin sevme duygusunu yaşayamama)
  12. Bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma (örn. Bir mesleği, evliliği, çocukları yada olağan bir yaşam süresi olacağı beklentisi içinde olmama)
  13. Aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha fazlasının) bulunması ile belirli, artmış uyarılmışlık semptomlarının sürekli olması:
  14. Uykuya dalmakta yada uykuyu sürdürmekte güçlük
  15. Kolay, çabuk öfkelenme yada öfke patlamaları
  16. Düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırmada zorluk çekme
  17. Dikkatte artış,
  18. Aşırı irkilme tepkisi gösterme.
  19. Bu bozukluk (B, C ve D tanı ölçütlerindeki semptomlar) 1 aydan daha uzun sürer.
  20. Bu bozukluk, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olur.

Psikolojik Danışman, Aile Danışmanı Hande BAKIR

 

Problem Davranış ve Davranış Kontrolü

PROBLEM DAVRANIŞ İÇİN KRİTERLER?

  • Bir davranışı problem davranış olarak değerlendirmek için bazı kriterleri göz önünde bulundurmamız gerekir:

 

1.Çocuğun gelişim yaşı nedir?

  • Bazı davranışlar gelişimin bir gereğidir ve engellenmemelidir. Örneğin nesneleri ağzına alma bebeklerde belli bir dönem için bir keşif davranışıdır.

2.Çocuk yapmıyor mu? Yapamıyor mu?

  • Çocuk davranışın normal – istenen halini yapmasını bilmiyor olabilir. Davranışı, problem davranış olarak ele almak yerine doğru davranışın öğretimi hedeflenir.

3.Davranış, çocuğun öğrenmesini etkiliyor mu?

  • Örneğin çocuk sürekli bir şey fırlattığı için ders yapılamıyor veya sınıfta gezindiği için ders dinleyemiyor.

4.Davranış, çocuğa ve çevresine zarar veriyor mu?

  • Kafasını bir yere vurma, saç çekme, ısırma.

5.Davranış , çocuğun varolan becerilerini kullanmasını engelliyor mu?

  • Örnek. Çocuk kapıdan çıkarken sürekli ayaklarını yere vurur ve bağırır. Anne-baba aceleyle çocuğa, kendisi giyebildiği halde, ayakkabısı giydirir.

6.Herkes davranışın problemli olduğunda hemfikir mi?

  • Evin duvarına resim yapmak anne için bir problem olurken, baba için bir yaratıcılık olabilir.

UYGULAMA PROSEDÜRÜ

1.Problem Davranışı Tanımla !!!!

  • Yaptığımız tanım düzeltilmesi gereken davranışın ne olduğuna, hangi koşullarda ortaya çıktığına ilişkin bilgi vermelidir.
  • Genel ifadeden çok, somut bir şekilde ifade edilmelidir.
  • Hırçın , yaramaz gibi ifadeler herkes için farklı anlamlara gelir. Onun yerine herkesin anlayacağı, hemfikir olacağı bir tanım yapılmalıdır. Örneğin: Arkadaşının saçını çekiyor gibi.

 

2.Problem Davranışı Analiz Et !!!!

  • Her davranışın bir anlamı vardır ve her davranış bir şeye hizmet eder. Davranış analizinde, davranışın öncesinde ve sonrasında neler olduğuna bakılır.

 

3.Problem Davranışı Kaydet !!!!

  • Davranış kaydedilirken davranış özelliği dikkate alınır. Davranışın özelliğine göre SÜRE, SIKLIK, YER
  • Sıklık: Günde 20 defa kardeşine tükürdü.
  • Süre: Banyoya girdiğinde ellerini 30 dk yıkıyor.
  • Yer: Babaanneye gidildiğinde banyoda sürekli sabunla oynuyor

4. Problem Davranışı Ortadan Kaldırmak İçin Yöntem Belirle ve Tutarlı Bir Şekilde Yöntemi Uygula !!!!

 

DAVRANIŞ DEĞİŞTİRME

  • Yapılan davranış analizine bağlı olarak davranışın öncesinde ve sonrasında neler olduğuna bakıldıktan sonra davranışın özelliğine bağlı olarak bir yöntem belirlenir.
  • Ya davranış ortaya çıkmadan önce yada davranış ortaya çıktıktan sonra bir şeyler yapılır.

 

  • Davranış değiştirme yöntemi uygularken şu noktalara dikkat edilmelidir:

 

1.Çocuğun, birden fazla olumsuz davranışı olabilir. Fakat bir davranışla çalışmaya başlamak gerekir.

2.Programa başlamada önce davranışın mutlaka, en az 3 gün doğal halinin gözlenmesi ve kayıt edilmesi gerekir. Bu durum hedeflerimizi belirlemek açısından önemlidir.

3. Yöntem belirlendikten sonra uygulamada mutlaka tutarlı ve kararlı olunmalıdır. Belirlenen yöntem davranış her ortaya çıktığında uygulanmalıdır.

4.Davranışın ilk önce azaltılması hedeflenmelidir. Tamamiyle ortadan kaldırmak hemen mümkün olmayabilir.

5.Yöntem seçilirken çocuğun özellikleri dikkate alınmalıdır. Örneğin yalnız, içine kapanık bir çocuk için yalnız kalmasını gerektiren bir yöntem seçilmemelidir.

6.Yöntem uygulaması sırasında kayıt tutulmaya devam edilmelidir. Gelişmeleri daha iyi görmek için mümkünse grafiğe dökmek etkili olur.

7.Uygulamada okul-ev-merkez paralelliği sağlanmalıdır. Evde uygulanan yöntemle okulda uygulanan yöntem uyuşmalıdır.

8.Davranış değiştirme programının bir uzmanla birlikte değerlendirilmesi her zaman için daha uygundur.

 

DAVRANIŞ DEĞİŞTİRME TEKNİKLERİ

1- ÇEVRESEL DÜZENLEME

  • Yapılan davranış analizi sonucunda bir ön uyaranın davranışı başlattığı görülürse davranışı başlatan uyaran ortadan kaldırılır. Örneğin ders çalışmaya başlandığında, etraftaki dağınık oyuncaklar çocuğun dikkatini dağıtıyorsa ve çocuk ders yapmayı reddediyorsa , önlem olarak ders çakışmaya başlamadan önce oda toparlanabilir.

2.GÖRMEZDEN GELME

  • Uygun olmayan davranışı kararlı bir şekilde gözardı etmektir. Örneğin çocuk yüksek sesle güldüğünde kimsenin bakmaması.

Uygulama İlkeleri:

1-Bu teknik, davranış dikkat çekmeye yönelikse uygulanmalıdır.

2-Teknik, davranışın her meydana gelişinde kararlı bir şekilde uygulamalıdır.

3-Görmezden gelmenin uygulanmaya başlanmasıyla uygun olmayan davranışın sayısında artış görülebilir. Dolayısıyla tolere edilemeyecek davranışlar için kullanılmamalıdır.

4-Kimin dikkatini çekmeye yönelikse o kişi tekniği mutlaka uygulamalıdır. Dolayısıyla tekniğin başkalarına öğretilmesi gerekecektir.

5-Davranışın ortaya çıkmadığı durumda öğrenci ödüllendirilmelidir.

 

3.HOŞA GİDEN UYARANI ÇEKME

            3.A.MOLA

  • Çocuğun belli ve sınırlı bir zaman süresi içerisinde pekiştirildiği bir ortamdan alınıp pekiştireçlerin olmadığı bir ortama konulmasıdır. Mola, pekiştireçlerden uzakta geçirilen zaman anlamına gelmektedir. Teknik uygun şekilde kullanılmaz ise davranışta azalma yerine artma meydana gelir.
  • 3-A-1.Gözlemsel Mola: Çocuğun, etkinlikleri görecek biçimde etkinlik alanının dışına konulmasıdır. Çocuğun , bulunduğu yerden etkinlikleri izlemesine izin verilir.
  • 3-A-2.Mola Alanı Kullanma: Çocuğun bulunduğu yerden etkinlikleri izlemesine izin verilmez. Sınıfın bir köşesinde sınıfa sırtını dönmesi istenebilir yada sınıftan dışarı çıkartılır.
  • Uygulama İlkeleri:

1-Uygulama süresi 2-3 dakika arasında olmalıdır.

2-Dil düzeyine göre çocuğa açıklama yapılmalıdır.

3-Ev ortamında uygulanması durumunda  yetişkinin bulunduğu yere yakın bir oda yada bir köşe gibi belli bir yer seçilmeli ve bu yer uygulama süresince değiştirilmemelidir.

4-Çocuk mola yerine götürülürken istenmeyen başka davranışlar yapabilir. Başka davranışlarda bulunmasına engel olunmalı ve onunla mümkün olduğunca bu süre içinde onunla ilişki kurulmamalıdır.

5-Belirlenen sürenin sonunda çocuğun hoşlandığı ortama geri dönmesi sağlanmalıdır.

  • B.TEPKİNİN BEDELİ
  • Çocuk istenmeyen bir davranış sergilediğinde verilen pekiştirecin geri çekilmesidir.
  • Bu yöntemin uygulanması için bireyin elinde daha önce edindiği yitirilecek bir pekiştirecinin bulunması gereklidir.
  • AŞIRI DÜZELTME
  • Azaltılmak istenen davranışın yol açtığı çevresel etkilerin aşırı şekilde düzeltilmesidir.
  • A.Onarıcı Aşırı Düzeltme: Sorun davranışın çevre ile ilgili sonuçlarının fazlasıyla düzeltilmesinin amaçlanmasıdır. Örneğin tükürme davranışı gösteren bir çocuğu bu davranıştan sonra tükürdüğü yeri ve tüm çevresini sildirmek.
  •  A-2.Olumlu Alıştırma Biçiminde Aşırı Düzeltme: Uygun olmayan davranışın o ortam içinde uygun olan biçiminin fazlaca yaptırılmasıdır. Örneğin sırasını çizen çocuğa kağıt – kalem vererek 10 dakika süreyle yazı yazdırmak yada çizgi çizdirmek.

Ergenlikte Kimlik Gelişimi

  • Kimlik, bireyin ben kimim sorusuna verdiği cevaplardan oluşmaktadır. Bireyin çocukluk dönemindeki yeteneklerini, becerilerini ve özdesimlerini kimlik olarak adlandırılarak, bireyi yeni, tutarlı bir çevre ya da yapı içerisinde yeniden değerlendirmeye ve yeniden düzenlemeye zorlamaktadır.
  • Kimlik gelişimi sırasında ergen kuvvetli ve zayıf yanlarının daha çok farkına varır.
  1. Erikson Psikososyal Gelişim Evreleri

 

E.Erikson’a göre kimliğin  iki temel işlevi vardır:

1) Bireyin kendini farklı ve ayrıcalıklı ve “biricik” hissetmesi. (Bireyin değişmediği)

Farklılık, ayrılık, biriciklik

2) Diğer bireylerle aynı ve ait olduğu bir toplumun olacağı (Ait olma)

Aynılık, benzerlik

  • Önemli olan biricikliği koruyarak paylaşmak

“Bireysel biricikliğin sürekliliği”

  • Psikososyal moratoryum Ergen ilişkileri, dini, siyaseti,aşkı vb. sorgulamalara gidiyor. Bir bekleme askıya alma dönemi. Ama yoğun bir durgunluk dönemi. Ergen kimliğini oluşturmak için bir çok girişimlerde bulunuyor.

 

  • Bağlanma : Bu seçimde tercihler ve kişisel yatırımlar(örneğin, nişanlanmak,meslek seçmek,ideoloji belirlemek)
  • Keşif: Anlamlı seçenekler arasında ergenin seçim sürecine girmesi
  • Amaç

Erikson: Bir kimlik duygusu

Kişisel bir kimliğe sahip olmanın bilinçli duygusu iki spontan gözleme dayanır: zaman ve mekan içinde kişinin varlığında aynılık ve sürekliliği algılaması, başkalarını bu aynılık ve sürekliliği fark ettiğini algılaması.

Çocuk yılları boyunca ardarda ego sentezleri ve yeniden sentezleri ile yavaş yavaş oluşan bir şekildir. Ağır bir biçimde kişisel libidinal gereksinmeleri, kapasiteleri, anlamlı özdeşleşmeleri, etkili savunmaları, başarılı yüceltmeleri ve tutarlı rolleri kümeleştiren bir şekildir.

  • Erinlik + Toplumun talepleri = Bunalım
  • Ters kimlik Ergen sağlıklı bir kimlik oluşturamazsa, hiçbir kimliğe sahip olmamak yerine kendi seçimi doğrultusunda veya çevrenin etkisiyle toplumun tam zıttı davranışlarda bulunabilir. (Çeteler, uyuşturucu grupları,fahişelik gibi)

 

2. Marcia’nın Kimlik Gelişimi

  • Görüşme teknikleri
  • Bunalım ve yüklemlemeler (mesleki, ideoljik) varlığı ve yokluğu önemli
  • Kimlik bunalımı Bireyin kimliği ile ilgili alternatifleri görmesi, sorgulaması. Bireyin kimliğiyle ilgili düşünsel düzeydeki her tür sorgulama.Sistemli bir analiz söz konusu
  • Bağlanma Bireyin kimliğiyle ilgili seçenekler arasında verdiği kararları ifade ediyor. Kendine birtakım şeylere bağlamış olması gerekiyor. Bunların varlığı ya da yokluğuna göre kimlik statüleri belirleniyor.

 

Marcia’nın Kimlik Statüleri

  İpotekli Morotoryum Başarılı Dağınık
Bunalım + +
bağlanma + +

 

  • Kimlik dağınıklığı= Arayışın olumsuzlukla sonuçlanması, kendine uymayan bir yere ait oluyor. Bir bütünlük yok. Bir süre karar verme deneyimleri yaşıyor. Bunalım yok, sorgulama sistemli değil.Sürekli bir kimlikte değildir.
  • İpotekli kimlik = Ergenin dış dünyadaki seçimleri kendisi için değerlendirmemesi durumudur. Çevresi tarafından oluşturulan hazır bir kimlik var ve o kimliği benimseme eğiliminde oluyor. Kendisi için uygunluğu konusunda bir sorgulama söz konusu değil. Kişilerarası ilişkiler, ideoloji ve meslek konularında oluyor.
  • Moratoryum= Bireyin kendisiyle ilgili çok yoğun sorgulamalar içinde olduğu bir süreçtir. Bunalım söz konusudur; ama henüz bir bağlanma yoktur. Karar verme sürecini yaşamakta ama genel bir yüklenme söz konusudur.
  • Başarılı kimlik= Bunalımı yaşamış kendi için gerekli seçimleri görmüş, bu seçeneklerle ilgili sorgulamalar yapmış ve bağlanmalar gerçekleştirmiştir. Kararlar almıştır.

Kimlik Statüleri ve Anababalık

  • İpotekli, kimlik durumundaki ergenlerin ana-babaları ile çok yakın ve sevgiye dayalı bir ilişki içinde olduğunu görmekteyiz. Ketleyici- bağımlı- engelleyici sevgi.
  • Dağınık, kimlik durumundaki ergenlerin anababalarından uzak ve reddedici davrandıkları görülmüş
  • Moratoryum kimlik durumundaki ergenlerin anababalarıyla ilişkileri dengesiz bulunuyor.
  • Başarılı kimlik durumundakiler ise ana-baba koruyucu değil, çocuğa destek ve onay sağlıyor.

Cinsiyet Rolü Gelişimi 

  • Ergenlik döneminde cinsiyet rolünün toplumsallaşması
  • Ergenler toplumdaki erkekliğe ve kadınlığa yönelik cinsiyet kalıpyargılarını gözlemleyerek cinsiyet farklılığını görür.
  • Günümüzde kimlik gelişimi özellikle kentsel, eğitimli, heterojen ortamlarda uzamaktadir.

Travma Sonrası Çocuk Ruh Sağlığı, Ne Yapmalı?

Yaşanılan travmatik olaylar sadece çocukların değil, hepimizin emniyet mekanizmasını zedeleyip, itimat konusunda da inançlarımızı yitirmemize neden olabilir. Bunlar anormal olaylara gösterilen normal tepkilerdir esasında. Yalnız çocuklar biz yetişkinlere nazaran felaket olaylarına farklı gözle bakarlar. Bu yüzdendir ki felaketin etkisini üzerlerinden biran evvel atabilmeleri için onlara bilinçli bir şekilde yaklaşmamız gerekir.

Nelere dikkat etmemiz gerekiyor?

Teksas’daki Baylor Tıp Koleji’nin Psikiyatri bölümünün yayınladığı “yetişkinlerin, felaket atlatmış çocuklarla” ilişkilerinde dikkat etmeleri gereken hususları aşağıda belirtilen 13 madde de özetlemiştir.
1. Çocuklar ile Geçirdikleri Üzücü Olay Hakkında Konuşmaktan Kaçınmayın

Çocuklara bu üzücü olaydan bahsetmeyerek onlara yaşadıklarını unutturduğumuzu zannediyorsak yanılıyoruz. Kendiniz konuyu açmayın, ama çocuk açtığında bu konu üzerinde konuşmamazlık etmeyin. Çocuğu dinleyin, sorularına cevap verin, çocuğu bu konuşmanızla rahatlatıp ona destek olun.
2. Dürüst, Açık ve Anlaşılır Olun

Geçirdikleri olayla ilgili çocuklara gerçekleri söyleyin. Detay da verin bu çok önemli bir husustur. Detayları siz vermezseniz çocuklar kendi hayal güçlerini kullanıp detayları kendileri yaratırlar. Bu da yanılgılarına sebep olur.
3. Aynı Detaylar Tekrar Tekrar Gündeme Gelecektir-Hazırlıklı Olun Sabırla Doğru Olan Verileri/Gerçekleri
Tekrarlayın

Eğer bir şeyin cevabını bilmiyorsanız, bilmediğinizi söyleyin; eğer sizin de merak ettiğiniz bir konu var ise, mesela ölüm, aynen çocuğa sizin de bu konuyu merak edip ancak net olarak bilmediğinizi iletin (çocuğa dini eğitim verilmiş ise ölüm ile ilgili bu yönde açıklamalar yapılabilir, eğer verilmemişse din olayına bu aşamada girilmemelidir).
4. Açıklamalarınızda Çocukların Yaşlarına Uygun Kelimeler Seçin

Zamanlamaya da dikkat Açıklamalarınızın hem zamanlaması, hem de kelimelerin seçimi büyük önem taşır. Yaşanan üzücü olayın hemen ardından çocukların bilgiyi almaları hem de bu bilgiyi analiz etmeleri isteği azdır. Vakit geçtikçe daha fazla bilgi alabilirler, hazmedebilirler ve anlayabilirler. Bazı diğer önemli hususları şöyle açıklayabiliriz:
• Çocuklara verilen aynı bilgi yaşanan olaylardan sonra değişik zamanlarda aynı çocuklar tarafından farklı şekilde yorumlanır.
• Değişik yaşlarda çocuklarda farklı tepkiler/düşünceler olur.
• Uyku ile ölümü bağdaştırmayın. Bu çocuklarda korku yaratıp uyumalarını engeller.
• Çocuğun olayları nasıl algıladığını ne kadar iyi tanımlarsanız, o kadar iyi bir diyalog kurabilirsiniz.

5. Ölümün veya Olayların Neden Olduğuna Dair Yanlış Yorumları Çocuğun Düşüncelerinden Atmasına
Yardımcı Olun

Çocuklar, özellikle de daha küçük yaştakiler, üzücü olayların neden olduğuna dair yanlış kanılar üretirler. Mesela, annem öldü, çünkü – beni almaya geliyordu veya bana ateş ederken yanlışlıkla kardeşimi vurdular… gibi. Çocukları bu konuda sıkmadan onlarla konuşmak gerekiyor, acaba bu üzücü olayın neden olduğunu düşünüyor? Bunu ortaya çıkardıktan sonra yanlış yorumlarını düzeltmek için gerekli açıklamaları yapın. Çocuğa da açıkça bazı olayları erişkin insanların da anlamadığını söyleyin. Bu hem doğrudur hem de çocuğu rahatlatır.
6. Kurtulan Çocuklar Kendilerini Suçlu Hissederler

Kurtulan çocuklar genelde kendilerini suçlu hissederler. Kendilerini ne kadar suçlu hissettikleri çocukların ne ölçüde olayların neden olduğuna dair yanlış yorumları olup olmadığına bağlıdır. Çocuklar suçluluk duygularını dile getirmeyi bilemezler. Onların kendilerini suçlu hissedip hissetmediklerini davranışlarından ve duygular kendilerinden nefret etmek ve kendilerine zarar verme tarzında cereyan eder. Düşünceleri de şöyle olabilir; ben kötü bir insan mıyım veya bende bir problem mi var? gibi.
7. Derin Üzüntü ve Yas – Bu İki Terimi Ayırt Edelim

Derin üzüntü duygusal, fiziksel, beyinsel davranışlarla gösterilen tepkileri içerir. Bunların belirgin olanları şöyledir : kızgınlık, üzüntü, korku, uyumakta zorluk çekme, kabus görme, uykuda çığlık atma, iştahsızlık, mide ağrısı, aile fertlerinden uzaklaşmak, yatağı ıslatmak, hiper hareketlilik gibi. Bazıları ise belirgin değildirler; örneğin, daha sessiz olup daha fazla okumak veya ergenlik çağındakiler için arkadaşlarıyla sık sık görüşmemek, çıkmamak gibi. Dikkatinizi çekmesi gereken bir husus var, bu da belirgin olmayan semptomlar çoğu zaman anne ve babalar tarafından olumlu hareketler olarak algılandıkları için önemsenmezler. Tepkiler tabii ki yaşla bağlantılıdır.

5 Yaş ve Altı: Bazıları fazla bir tepkide bulunmayacaklardır, çünkü neler olduğunun farkında değillerdir.

6 ile 12 Yaş Arası: Somut korkuları vardır, örneğin; dolapta bir terörist saklanıyor.

Ergenlik Çağı: Daha iyi anlayabilirler ama korkularını abartırlar.

Yas ile kaybedilen kişi veya kişilere yönelik adetlerin gerçekleştirilmesidir. Örneğin; cenaze töreni, siyah kıyafet, mevlut gibi. Bu tarz olaylara çocukların da katılmasında fayda vardır.


8. Derin Üzüntü Normaldir. Bunun Uzun Süre Devam Etmesi Normal Değildir

Eğer yukarıda bahsedilen semptomlar 6 aydan fazla kendilerini göstermeye devam ederlerse veya çocukların hayatlarındaki diğer alanlarda olumsuz etkileri oluyorsa, bu konuda klinik psikolog ve psikiyatrdan yardım alınması gerekmektedir. Diğer alanlar ile neyi kastediyoruz? Okuldaki durumlarında her hangi bir değişme, ilgi alanlarındaki faaliyetlere katılmamaları ve hatta ilgi göstermemeleri, oyun oynamalarında değişiklik gibi.
9. Çocuklar Konuyu Açtıklarında Duymamazlıktan Gelmeyin

Çocuklar üzüntü verici olay hakkında konuşmak istediklerinde daima onları dinlemek için orada olun. Yalnız, konuşmak istemeyen çocukları da zorla konuşturmaya çalışmayın. Siz de üzüntülerinizi açıkça paylaşın çocukla, yalnız olmadığını hissettiğinde daha rahat olacaktır.
10. Daima Onlarla Olun; Şefkatle Yaklaşın; Güvenli Hissetmelerini Sağlayın ve Onlara Karşı Aynı Tarzda
Yaklaşın

Bütün bunlar çocuğun olayın etkilerini atlatmasında yardımcı olacaktır. Dikkat edilmesi gereken husus; davranışlarınız ve söyledikleriniz aynı düzeyde olsun, yani aynı şey için bir gün ak deyip öbür gün kara demeyin. Tutarlı davranın.
11. Çocuğun Çevresindeki Kişiler, Yaşları ne Olursa Olsun, Bilgilendirilirlerse Çocuğa O Kadar Daha Fazla
Yardımcı Olabilirler

En azından bir müddet daha sabırlı veya anlayışlı davranırlar. Bu da çocuğun bu olayın etkilerini atlatmasına yardımcı olacaktır.
12. Çocuklar İlginç Görsel Tecrübeler Yaşayabilirler, Buna Hazırlıklı Olun

Üzüntülü olaydan altı aya kadar çocuklar ilginç görsel olayları yaşayabilirler. Örneğin, kaybedilen kişi veya kişilerin seslerini duyabilirler veya kalabalıkta onları görebilirler. Bunlar halüsinasyon (varsanı) değildir. Çoğu bilim adamı bunları çocukların dini inanç sistemiyle bağdaştırır. Bundan dolayı çocukların duygularının rencide edilmemesi gerekmektedir.
13. Tüm İmkanlardan Faydalanın

Etrafınızda olan profesyonel insanlardan hem kendiniz hem de çocuğunuz için yardım alın. Bunlardan faydalanmayı öğrenin. Ayrıca aşağıdakileri de göz önünde bulundurmalıyız
• Çocuğunuzun kendisini güvencede hissettiğinden emin olun.
• Çocuklarla daha fazla zaman harcayın ve size daha ilgili olmalarına izin verin. Aynı zamanda sizde normalden fazla takipçi olun.
• Özellikle küçük yaştaki çocuklarla (7’ye kadar) daha fazla oynayın. Onların oynaması için de ayrıca imkanlar yaratın.
• 7 ile 12 yaş grubuyla konuşmayı deneyin. Onları düşüncelerini ve duygularını paylaşmak için teşvik edin.
• Olanaklar dahilinde gündelik alışkanlıklarınızı sürdürmeye devam edin. Örneğin, yemek saatleri, yatma saati, masal okuma, öğle yemeği sonrası uyku gibi.
Unutmayalım ki yukarıda bahsedilen önlemler profesyonel bir psikolojik yardım hizmetinin yerini tutamaz. Çocuğunuzda bir takım tepkilerin devam ettiğini gördüğünüzde lütfen gerekli yerlerden yardım alınız.

Nasıl Psikoterapist Olunur?

Psikoloji ve Psikolojik Danışmanlık öğrencilerinin en sık sorduğu sorulardan birisi ‘Nasıl Terapist olabilirim‘ sorusudur kanımca. Henüz 1. sınıftan başlayan heves kimi zaman 4. sınıfa varmadan sönebilir. Ki bu nadir görülen birşey değildir. Bu yazımda Türkiye’de bir psikoterapist nasıl yetişir sorusuna cevaplar vermeyi amaçladım.

Türkiye ruh sağlığı konusunda kısır döngülerle yıllardan beri mesleki tükenmişliğin adası haline gelmiş bir ülke. Henüz bir ruh sağlığı yasasının mevcut olmadığı ülkemizde Psikoterapi Eğitimleri de denetimden geçirilememektedir. Hal böyle olunca her gün onlarca eğitim ilanlarıyla karşılaşmaktayız. Eğitimcilerin yeterliliklerini denetleyen bir kurum bile mevcut değil maalesef. Ama eğitimlerin önü alınamamaktadır. Tavsiye edeceğim terapi eğitimi veren kişi veya kurumlar ise etik konusunda titiz olduğuna inandığım kimseler veya derneklerdir.

Peki hepimiz şu sorunun cevabını biliyor muyuz;  Terapist kime denilir?

Psikoterapi kavramının Türkiye’deki kullanımı akademik anlamda muğlak bir konudur. Şöyle ki kimi akademisyenlere göre terapi sistemli bir yaklaşım olarak görülürken, kimisine göre de patolojik semptomları ortadan kaldırmaya yönelik uygulanan bir tedavi biçimidir. İşin içerisine bir de psikolojik danışmayı katar isek daha da karmaşık hale gelmektedir.

Vicdani bir sonuca varacak olursak ise lisans, yüksek lisans hatta doktora eğitimi bile psikoterapist unvanını vermez.Bana ve yazıyı ele alış biçimime göre Psikoterapi sistemli bir psikolojik danışma yaklaşımıdır.

Psikolojik Danışman, Uzman Psikolojik Danışman, Klinik Psikolog, Sosyal Psikolog ve Psikiyatr gibi ünvanlar yapılan işin niteliğine göre verilen unvanlardır. Psikoterapi kavramı bu noktada devreye girer ki bu mesleklerin yaklaşım biçimlerini kapsayan bir tanımdır.

O halde Psikoterapist için şunu söyleyebiliriz; sistemli bir psikoterapi yaklaşımın eğitimlerini almak için gönüllü olmuş ve eğitimi vermeye yetkin olan kurumların belirlediği standartlarda eğitim sürecini tamamlamış kimsedir. Bu tanıma şunu da katarsak etik konusuna atlamamış olacağız; eğitimleri tamamladıktan sonra da yaklaşımın temel ilkelerini korumaya devam edecek olan kişi.

Kaç tane psikolojik danışma yaklaşımı var sorusunun cevabını vermek güç olmasına karşın 400’ün üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Tıpkı diller gibi bu yaklaşımlarda ilgi gördüğü ölçüde bilinir ve uygulanır olmuşlardır.

Şimdi bu yaklaşımlardan ülkemizde eğitimleri varolanları tek tek ele alalım.

1 ) Psikanalitik Psikoterapi

Eğitimi en uzun ve en maliyetli olan psikoterapi yaklaşımıdır. Türkiye’de yalnızca 2 dernek tarafından eğitimi verilmektedir. İstanbul Psikanaliz Eğitim, Araştırma ve Geliştirme Derneği ve Türk Psikanaliz Çalışma Grubu.

Psikanalist olabilme yolundaki ilk adım analizden geçmeye gönüllü olmaktır. Psikanalist olmak için başvuru yaptığınızda ilk olarak en az 2 yıl süreyle haftada 3 gün olmak üzere analize devam edersiniz. Bu süreçte eğitimleri verecek olan ve psikanalist olup olmayacağınızı belirleyecek olan komite Uluslararası Psikanaliz Birliği görevlileridir. Eğitimlerde anlık olarak Türkçe’ye çevrilerek yapılmaktadır. Eğitime psikoloji, psikiyatri, psikolojik danışmanlık ve adli tıp kökenli adaylar alınmaktadır.

2 ) Gestalt Terapi

Gestalt Terapi Eğitimi konusunda Türkiye’de Prof. Dr. Nilüfer Voltan Acar ve Doç. Dr. Ceylan Daş göze çarpmaktadır. Gestalt Terapisti olabilmak için eğitim alabileceğiniz yer ise Gestalt Terapi Derneği’dir. Gestalt eğitimi 4 yılda tamamlanmaktadır. Henüz bir web sayfasına sahip olmayan derneğin eğitimi hakkında bilgi almak için bu sayfayı inceleyebilirsiniz. Dernek harici olarak kısa süreli seminer ve eğitimler düzenlenmektedir ancak bu eğitimlerle psikoterapist olmanız mümkün değildir.

3 ) Gerçeklik Terapisi

Türkiye’de Gerçeklik Terapisi eğitimi alabileceğiniz bir dernek yoktur. Fakat bu yıl içerisinde İstanbul’da Şıpka& Şıpka Aile Sorunları Danışmanlık ve Eğitim Hizmetleri Merkezi ve Ankara’da Gün Psikolojik Danışmanlık Merkezi Gerçeklik Terapisi eğitimleri ve seminerleri düzenlemişlerdir. William Glassser Entitüsü işbirliğiyle düzenlenen eğitimin dili İngilizce ve 18 ay sürecektir.

4 ) Bilişsel Terapiler

Bilişsel Terapi ülkemizde eğitimi daha yaygın olan bir yaklaşımdır. Dernek bazında Kognitif ve Davranış Terapileri Derneği eğitim vermeye devam etmektedir. Dernek haricinde ise Doç. Dr. Hakan Türkçapar’ın eğitimlerine katılmanız mümkündür. Sık olarak eğitim düzenlediği kurum ise Psikoloji Organizasyonları ve Eğitimleri Merkezi‘dir. Dr. Emel Stroup ise Beck yönelimli Bilişsel Terapi eğitimi alabileceğiniz kişidir. Bilişsel terapi ile konulu atölye çalışmalarına sıkça rastlayabilirsiniz.

5 ) Aile ve Evlilik Terapileri

Türkiye’de en çok eğitimi düzenlenen yaklaşımlardan bir tanesidir. Hemen hemen her dönem eğitimlerine rastlamanız mümkündür. Aile ve Evlilik Terapileri Derneği bilinen en yetkin kurum. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği’nde Dr. Cem Keçe tarafından, Prof. Dr. Turan Akbaş tarafından Weinheim Aile Terapisi Enstitüsü onaylı, Davranış Bilimleri Enstitüsü tarafından,  İsrail Community Stress Prevention Center ve Nord Cope Center İşbirliği ile İstanbul’da Bakış Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi‘nde, Dr. Murat Dokur ve Psycho – Med  İlişki Psikoterapileri Enstitüsü tarafından Avrupa Aile Terapisi Derneği onaylı aile ve evlilik terapileri eğitimleri verilmektedir. Bunun yanında bireysel olarak eğitim vermeye devam eden bir çok enstitü onaylı eğitmenle karşılaşmak mümkündür.

6 ) Bütüncül Psikoterapi Eğitimi

Bütüncül Psikoterapi son yıllarda ülkemizde uzmanlar açısından rağbetin arttığı bir yaklaşımdır. Özünde birden fazla psikoterapi yaklaşımı olan Bütüncül Psikoterapi eğitimleri Psikoterapi Enstitüsü’nde Dr. Tahir Özakkaş ve Cinsel Sağlık Enstitüsü’nde Uzman Psikolojik Danışman Dr. Cem Keçe tarafından verilmektedir.

7 ) Şema Terapi

Psikiyatr Dr. Alp Karaosmanoğlu tarafından Psikonet Eğitim Merkezi’nde International Society of Schema Therapy onaylı Şema Terapi eğitimleri verilmektedir.

8 ) Cinsel Terapiler

Cinsel Terapi Eğitimi dernek bazında CETAD ve CİSED tarafından verilmektedir. Cetad terapist yetiştirme konusuda daha seçici davranırken ( kilinikciler haricindekilere ileri düzey eğitim verilmiyor ) Cised eğitimlerine katılabilmek için Psikolojik Danışman, Psikolog, Sosyal Hizmet Uzmanı ya da Tıp Doktoru olmanız yeterlidir. Ankara’da bulunan PEDA Akademi de Cinsel Terapi Eğitimi vermektedir.

9 ) Psikodrama

İstanbul Psikodrama Enstitüsü Psikodrama eğitiminde en bilinen kurumdur. Ankara’da Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü Psikodrama eğitimi alınabilenecek diğer bir kurumdur.

10 ) Sanat Terapisi

Sanat Terapisi eğitimi almak istiyorsanız Yard. Doç. Dr. Nevin Eracar Türkiye’de en tanınan eğitmendir. Ankara, İzmir, İstanbul’da eğitimleri devam etmektedir. Söylentilere göre artık sanat terapisi eğitimlerine asistanları devam edecekmiş eğer sanslıysanız son öğrencilerinden olabilirsiniz. Nevin Eracar eğitimlerine Aura Psikoterapi Merkezi‘nde devam etmektedir. Eğitimler yaklaşık 4 yıl sürmektedir. Neli Aşkaner ve Emine Bauer Burkay bilinen diğer Sanat Terapistlerinden…

11 ) Transaksiyonel Analiz

Transaksiyonel Analiz yönelimli psikoterapi eğitimi alabileceğiniz yer Transaksiyonel Analiz Derneği‘dir. Dernek eğitimleri Uluslarası Transaksiyonel Analiz Birliği onaylıdır. Prof. Dr. Füsun Akkoyun, Doç. Dr. Azmi Varan, Dr. Nilüfer Gökeşmeoğlu ve Yrd. Doç. Dr. Nilgün Öngider tarafından da özel eğitimler düzenlenmektedir.

12 ) Pozitif Psikoterapi

Türkiye’de Pozitif Psikoterapi ve Pozitif Aile Psikoterapisi eğitimlerine katılma imkanınız vardır.Uluslarası Pozitif Psikoterapi Derneği tarafından İstanbul’da eğitimler düzenlenmektedir. Türkiye’deki eğitimleri buradan takip edebilirsiniz.

13 ) Hipnoterapi

Hipnoz etik ihlallere en çok maruz kalmış alanlardan birisidir. Bu yazıda hipnoterapiye yer verip vermemek kafamı bir süre karıştırsa da hakkı olduğuna inandığım bir yaklaşımdır. Türkiye’de hipnoz eğitimi alabileceğiniz ve herhangi bir yeterlilik aramayan onlarca kişi/kurum vardır. Hemen hemen her ilde bulabilirsiniz. Buradaki kurumlar ise etik konusuna dikkat eden ve yalnızca ruh sağlığı uzmanlarına hipnoterapi eğitimi veren yerlerdir. Klinik ve Uygulamalı Hipnoz Derneği, Psikoterapi Enstitüsü, Ankara Tıbbi Hipnoz Derneği bu konuda seçici davranan kurumlardır. Omni Hipnoz Akademisi ve Bülent Uran Hipnoz Merkezi‘de hipnoterapi eğitimi veren başka kurumlardır.

14 ) Oyun Terapisi

Psikolojik Testler Derneği başkanı Mutlu Hacıosman, Davranış Bilimleri Enstitüsü ve İzmir’de özel bir kurum tarafından Oyun Terapisi eğitimleri verilmektedir.

Bu yaklaşımların yanında Kısa-Yoğun-Acil Psikoterapi, Çözüm Odaklı Psikoterapi, Grup Psikoterapileri, Filial Terapi, Bilişsel Varoluş Terapisi, Beden Psikoterapisi vb. eğitimler düzenlenmektedir. Eğitimlerin bildirildiği düzenli bir adres yoktur. Varoluşçu Terapi, Feminist Terapi, Analitik Psikoterapi, Adleryan Terapi, Logoterapi, Davranışçı Terapi eğitimlerine Türkiye’de katılmanın pek mümkün olmadığı yaklaşımlardır. Danışan Merkezli Yaklaşım ise PDR öğrencilerine lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimleri boyunca eğitimi verilen bir yaklaşım olarak ele alınabilir.

Yazı bilgilendirme amaçlı olarak yazılmış ve geliştirilmeye açıktır. Eksiklikleri iletişime geçerek bildirirseniz eklemekten memnun olacağım.

Mart 2009

NLP’nin Bilimselliğine Dair Bir Analiz

TUBİTAK’ın web sitesinde Son dönemin popüler kişisel gelişim ve sorun çözme tekniği NLP’nin bilimselliğine yönelik önemli tespitlerin yer aldığı bir çalışma yayımlandı. TUBİTAK’ın sitesinde yer alan çalışmanın ayrıntıları şöyle…

Özellikle de kitapçılarda psikoloji bilimi için ayrılmış bölmelerde göz gezdirecek olursak kitapların en azından üçte birinin “NLP” teknikleriyle hayat kalitemizi yükseltme vaadinde bulunduğuna tanık oluyoruz. Sayılarının bu denli çok oluşu şaşırtıcı değil aslında, çünkü 21. yüzyılın “stres ve rekabet” dünyasında okuyuculara bir nevi el rehberi hizmeti sunan bu kitapların satış grafiği tahmin edebileceğimiz üzere yayın evlerini oldukça tatmin edecek seviyelerde. Hal böyle olunca merak etmeden duramıyoruz tabii; bu büyük sektörün tek derdi bizim beş adımda başarılı bir iş adamı olmamız ya da 10 altın kuralla depresyonu yenmemiz mi acaba?

NLP’nin açılımı olan “Sinir Dili Programlaması” (Neuro-Linguistic Programming) terimi ilk duyuşta insanın aklına son teknoloji harikası makinelerle beyne gerekli komutları yükleyip, onu “mükemmel” olmaya programlayan bir tür mucize tekniği çağrıştırıyor. Oysa ortada bir mucize olmadığı gibi NLP’nin bilimselliği de halen tartışmalı.

Tarihi gelişimine baktığımızda 1970’lerde NLP tekniğini ortaya koyan Richard Bandler and dil bilimci John Grinder’in aklından herhangi bir psikoterapi yöntemi geliştirmek bile geçmiyor aslında. Tek motivasyonları insanları “anlamaya” çalışmak olan bu ikili, özellikle de iş yaşamında kayda değer başarılar gösteren bireylerle bu başarılara ulaşamayanlar arasındaki farklarla ilgileniyorlar. Eğer ki kişiyi başarıya taşıyan karakter özellikleri saptanabilirse bunların diğerlerine de öğretilebileceğini düşünüyorlar. Bu noktadan sonra NLP pek çok alanda bir teknik olarak kullanılmaya başlanıyor. Kalabalık içinde konuşurken stresi yenebilme gibi. Ancak kalabalık içinde insanı strese sokan sosyal kaygıyla örümcek görünce çığlıklar attırabilen bir fobi arasında çok da fark olmadığını fark eden “NLP uzmanları”, bu tekniği bir psikoterapi yöntemi olarak da kullanmaya başlıyorlar.

Ne var ki bu “uzmanlar” bir süre sonra büyük bir soru işaretiyle karşılaşıyorlar: Terapilerden sonuç alınsa da yapılan işlemlerin “niçin” işe yaradığını kimse yanıtlayamıyor. Ana motivasyonu olaylar arasındaki neden- sonuç ilişkilerini anlamak olan temel bilimler mantığına tamamen ters olan bu”gözü kör” terapi sürecinin dayanakları işte bu sorunu çözmek adına atılıyor.

“NLP uzmanları” hepimizin beyninde bir “içsel harita” olduğunu ve bu haritanın deneyimlerimize bağlı olarak dinamik bir şekilde değişebileceğini varsayıyorlar. Bu süreç içinde kimi zaman bilinç dışı olarak dikkatimizi sadece belli noktalara yoğunlaştırarak gerçekten sapabiliyor, haritamızı “yanlış” şekillendirebiliyoruz. İşte NLP, bu haritalardaki “olumsuz” ya da “boş kalmış” noktaları “iyiye” doğru değiştirmeyi hedefliyor. Bunu yapabilmenin en güzel yolununsa dikkatimizi”etkili” kullanarak bilinç dışımızı kontrol altına almaktan geçtiğini savunuyor.

NLP’nin varsaydığı bir diğer noktaysa insanların birbirleriyle etkileşim içinde olan karmaşık sistemler olduğu. Sosyal grup içinde herkesin davranışlarının diğerlerinin davranışlarını değiştirdiğini öngören bu sistemde bireyin kendi “içsel harita” sındaki doğrulara sadık kalarak bir denge durumuna ulaşmayı hedeflediğine inanılıyor. Bu bağlamda uyumsuz davranışların kişinin kötü niyetlerinden değil, zihinsel haritasının gruba uyumunda yetersiz kaldığından kaynaklandığı düşünülüyor.

NLP uzmanlarının çalışmalarında takip ettikleri katı kurallar yok. Dolayısıyla terapi sürecinin büyük bir kısmında terapist hangi tekniğin hangi hastaya / müşteriye iyi geleceğine inanıyorsa onu uyguluyor. Ülkemizde hipnoz alanında olduğu gibi NLP’de de karşılaşılan en büyük tehlikeyse herhangi bir kurum ya da özel bir programdan alınan bir sertifikayla “terapist” sıfatı altında yetkin olmayan kişilerce uygulanması. Çünkü bu sertifikalar kimi zaman kişilerin hangi meslek grubunda olduğunu bile göz ardı ederek”kolayca” verilebiliyor.

Bu yazıda asıl tartışmak istediğimse daha farklı bir nokta: NLP’nin bilimselliği. Herhangi bir çalışmanın bilimselliğini tartışmaya başlamadan, önce neyi “bilimsel” olarak sınıflandırdığımıza karar vermemiz gerekiyor haliyle. Bu sorunun bizleri bilim felsefesinin uçsuz bucaksız dehlizlerine atabilecek nitelikte olduğunun farkındalığında sadece benim zihnime takılan bir iki noktayı paylaşmak istiyorum. Öncelikle ardında büyük paralar dönen her “hamle” nin bilimselliğinden kuşkulanmak gibi kişisel bir zaafım bulunduğunu itiraf etmeliyim. Bu noktada hiçbir bilimin (ki buna psikolojiyi de dahil elbette) “mükemmelliğin altın kurallarını” verme motivasyonu gütmediğinin, ancak NLP’nin böyle bir söylemle gündeme geldiğinin altını çizmekte fayda görüyorum. Tüm psikologların ısrarla mükemmeliyetçiliğin bireyi mutsuz ettiğini ve bunun aşılması gereken bir “zayıflık” olduğunu haykırdığı bir ortamda “İşte başarılı olun, aynı zamanda mutlu kalın, kitabın kapağındaki o mükemmel model insana ulaşın, üstelik tüm bunları kısa zamanlarda başarın” söylemleri içeren kitapların psikoloji raflarına sıralanmasını doğru ve bilimsel bulamıyorum. Ancak daha da önemlisi NLP’nin bilimsel dayanaklarının zayıflığı. Her ne kadar alanda sürdürülen bir takım araştırmalar varsa da tekniğin niçin işe yaradığına dair ortaya konan bilimsel sonuçlar yeterli değil. Nitekim psikoloji ve yaşam bilimlerinde dünyanın en kapsamlı arama motorlarından biri olan “Pubmed” de yöntemin ismini makale başlıklarında arattığımda karşıma yalnızca 16 sonucun gelmesi ön yargı da sayılabilecek fikirlerimi destekler nitelikte.

http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/psikoloji/klinik.htm